• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Üyelik Girişi
ANI ÖYKÜLERİM

21. yüzyıl mahallesinde 19. yüzyıl satmak (b.oran)

Sayın Başbakanım, merhaba. İlk yıllarında yaptığın demokrasi reformlarını sevmiş, askeri vesayeti ve 90 yıllık Kürt meselesini halletmeye büyük cesaretle girişmeni desteklemiş biri sıfatıyla, sana bu hafta da rahatça hitap etmek istiyorum. Dostun acı söylemesinin aslında tatlı, çünkü çok yararlı olduğunu kabul ettiğini umarak. Yukarıdaki başlığın orijinalini tabii hatırladın: “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak”. Bu açıdan iki “temel hata” yapıyorsun. 
Birincisi, sattığın salyangoz bayat. Demokrasiyi “seçim sandığı”na indirgemek suretiyle demokrasinin 19. yüzyıl tanımını kullanıyorsun. O zamanlar demokrasi, “çoğunluğun iradesi” diye tanımlanırdı ve bu, o tarihler için bayağı ilericiydi. Ama bugün alabildiğine gerici çünkü “çoğunluk diktatörlüğü” anlamına geliyor. Artık tanım, “azınlıkta kalana saygı”. 
İkincisi, satarken yer ve tarih hatası yapıyorsun ve “mahalle” meselesi de burada giriyor devreye. Artık bu yüzyılda “mahalle” tüm dünya. Küreselleşme var ya, hani sadece kötü yüzünü yani neo-liberalizmini aldığın küreselleşme, işte onun iyi yüzü olan “çokkültürlü demokrasi” dünyasında yapıyorsun bu satışı. Onun için, akıntıya karşı yüzüyorsun.

Dünyevi ve uhrevi lider…

Türkiye için de çok zor olacak önümüzdeki dönem. Çünkü Kemalizm’in 1920 ve 30’lar ortamında başlattığı tektipleştirmeyi 21. yüzyılda ters yönde sürdürme hevesine kapıldın, “Kemalist İslamcı” oldun. Bununla da kalmadın, senin bir sözün, hâşâ sümme hâşâ, Allah kelamı gibi oldu. Aman buna çok dikkat et, İslam’da “şirk koşmak” diyorlar çünkü. Egemen Bağış, “ Tayyip Erdoğan , Rabbimizin bu millete, bu ülkeye, insanlığa gönderdiği bir müjdedir” diyerek seni “peygamber” ilan etti (Bugün, 10.06.2013). Sen de her şeyi, mesela alkol yasasını İslam’a bağlayıp “meşrulaştırmak” ister oldun; biraz aşağıda Dolmabahçe Camii meselesinde de geleceğim. Şimdi, bu “dünyevi” ve “uhrevi” durumlar ülkeyi kaosa sokmakta. Birden fazla sebeple...
1) Üslubun üzücü. O kadar ki, gençlere mizah malzemesi oldu. Öfke kontrolün gittikçe zayıflıyor. Sinirlerin bunca yükü kaldıramaz hale geldi. Sana oy verenlerin büyük çoğunluğu senin karizmana âşık ama, halk devamlı tepeden konuşanları değil alçakgönüllüleri sever. Unutma: Aşk, sevgiden daha kısa ömürlüdür. 
2) Muhalefettir, çatışma isteyen. Sen iktidarsın yahu; hem de çok güçlü. Ama sıkıya girdikçe çatışmayı körüklüyorsun. Böyle memleket yönetmeye devam edilebilir mi? 
3) Sıkıya girdikçe, davranışların tutarsızlaşıyor. En tepedeki kimseler danışmanlarının ve yakınlarının sunduğu bilgileri kullanır da, galiba bu bilgiler seni çok fena durumlara sokuyor. Çünkü senden korkuyorlar, nabzına göre şerbet veriyorlar.

Cami’de içki!

Mesela, en başta, Dolmabahçe Camii olayı. Durmadan tekrarlıyorsun, girerken pabuçlarını çıkarmadıklarını söylüyorsun, içeride içki içtiler diyorsun. İslami temadan medet umuyorsun. Oysa, İslamcı gazete Yeni Şafak’ta Süleyman Gündüz 9 Haziran günü bak ne diyor: “İlk gün yeterli bir zaman bulunduğu için ayakkabıları çıkartarak camiye girmişler. İkinci gün müdahalenin şiddet dozu arttığı için göstericiler can havliyle ayakkabılarını çıkartmadan cami kapısının anahtarını kırarak içeri girmişler. Müezzin Fuat Yıldırım ne alkol alan ve ne de içen bir kişi görmemiş.” O sırada Egemen Bağış da oradaymış; bunları sana aktarmadı mı? (Bu müezzine şimdi soruşturma açıldı.). Mesela, New York’taki Occupy Wall Street olayında polisin 17 kişiyi öldürdüğü iddiası. ABD’nin Ankara’daki büyükelçiliği resmen yalanladı. 
4) Devlete güveni sıfırlıyorsun. Mesela, “valin” özür diliyor, Bülent Arınç onca umut veriyor, göstericiler barikatları kaldırmaya girişmiş, ertesi gün senden randevu almışlar, “polisin” birdenbire Gezi ve Taksim’e büyük operasyon düzenliyor. Nasıl inanacak bir daha vatandaş, devletine? Nasıl alıkoyacaksın 14-17 yaşındaki çocukları şiddet sarmalından? Öldürerek mi?
5) Durmadan “öcü” kullanıp ortalığı provoke ediyorsun. Ergenekon yetmedi, “rant lobisi” ortadayken, tutturdun “faiz lobisi” diye, derhal devlet kuruluşları belli bankalardan mevduat çekmeye başladı. Uluslararası düşmanlar dedin (ulusalcı olsaydın “emperyalizm” diyecektin?), yabancı öğrenciler sınırdışı edildi. Galiba sıra, New York Times ve Economist’in yasaklanmasında. Herkes “Türkiye’nin güçlenmesinden korkuyor”. Yani, tercümesi, seni çekemiyorlar. Bu biraz kibir, biraz paranoya kokmuyor mu sence? Sence normal bir psikoloji mi bu? Yani, hem seninki, hem de sana korkusundan büzülmüş AKP ’ninki?
6) Karşına almadığın unsur kalmadı: Büyük burjuvazimiz, aydınlar, Öcalan, AB, ABD, Suriye, uluslararası medya... Bu kadar aleyhtarı Esad toplamayı başaramadı yahu. 
Hepsinden tehlikelisini söylememi ister misin? Bütün direnişçileri aynı kaba koyuyorsun: Gezi olayını başlatan gençleri ve o ambülansçıları. Birincileri kütüphane açıp her sabah temizlik yapmalarından, ikincileri de bayrak-flama açıp polise taş-molotof atmalarından ayırt ediyoruz. Sen edemiyor musun? Ulusalcıları kendi elinle güçlendirmiyor musun? Sözcü, Hürriyet’in tirajına ulaştı, okudun mu? Mazlumun zulmü çok fena tepki görür, biliyor musun?

Sahi, barış çözümü?

Hepsinden kötüsünü söyleyeyim de bu kötümser yazıyı bitireyim. Ne oldu kendi elcağzınla başlattığın barış süreci, sen Kürt olmayanları bile tahtakurusu gibi ezerken? Bu insanlar nereye kadar sabreder? Gezi eylemlerine hâlâ ses vermeyen dört il var: Şırnak, Bingöl, Bitlis, Muş (Milliyet, 10.06.2013). Siyatikli bacağımdan hâlâ gidemediğim Gezi’den, DurDe’ci Cengiz Algan şu gözlemi yaptı: “Kürtler gözümün önünde en az 4-5 defa provoke edildiler ama çok soğukkanlı ve kontrollü davranıyorlar. Solun absürd fırçalarını yememek için, numunelik 150 kişi var. En aklıselim sahibi onlar.” 
Çok ama çok korkuyorum. Çünkü ne sınıfsal, ne etnik, ne başka bir şey şu andaki Türkiye’nin durumu. Bu, ilk defa rastladığımız bir “bireysel durum”. Bilmem yeterince açık mı, Sn. Başbakanım?
Not: Yargı kararı beklenirken plebisit yapılır mı? Sn. Başbakanım, hiç idare hukukundan anlayan danışmanın yok mu?

Hava Durumu
Saat