• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Üyelik Girişi
ANI ÖYKÜLERİM

ASIL KÖR OLAN SENSİN!

Abdurrahman, koridoru andıran dar, ancak çok da uzun olmayan sınıfın en arkasında otururdu. Oturduğu yer tahtaya çok uzak sayılmazdı aslında. Kemerli uzun burnu, göz kapaklarını iteleyip dışarı fırlayacakmış gibi duran göz bebekleri, ta uzaktan bile belli olurdu. Yaşıtlarına göre boyu da uzuncaydı. Zaten bu uzunluğu nedeniyle en arkada otururdu. Boyca en uzun olmasından utandığı için midir nedir, kamburunu çıkararak yürürdü.

Abdurrahman’ı ne zaman tahtadaki yazıyı okutmak için kaldırsam, gözlerini kısar, kafasını tahtaya doğru uzatır, dudaklarını şekilden şekle sokar, ama bir türlü okuyamazdı. Daha sonraki denemelerimden anladım ki, Abdurrahman uzağı göremiyordu.

Babasını okula çağırdım. Ancak aradan bir hafta geçmesine rağmen gelmedi. Sonradan öğrendim gurbette olduğunu.

Köyün erkeklerinin, özellikle genç erkeklerinin büyük bir bölümü, kış boyunca büyük şehirlere çalışmaya giderlermiş. Köye geldiğim ilk yıl bir düğüne şahit oldum. Damadı olmayan bir düğündü. Damadı sorduğumda, gurbette çalıştığını söylediler.

Düğünler öyle davullu, zurnalı, çalgılı düğünler değildi. Kars’ta görev yaptığım her iki köyde de çalgılı düğün görmedim. Düğünler daha çok ev içinde yapılır, kızlı erkekli gençler bir odada el ele verip, bar tutarlarmış. Benim izlediğim kadarıyla bar, oyuna katılanların hep bir ağızdan söylediği melodi eşliğinde, ayakta bir o yana, bir bu yana hafif fafif sallanarak oynanıyor.

Israrlarım sonucunda Abdurrahman’ın dedesi çıkageldi.

“Beni çağırmışsan Hocam.” dedi.

“Abdurrahman okuyamıyor. Daha doğrusu uzağı göremiyor.” dedim.

Yüzündeki tebessüm bir anda yitti. Üzgün bir yüz ifadesinin ötesinde, yüz hatları gerildi. Hafif uzamış, seyrek, kızıla çalan sakalları altındaki teninin kızardığı gözlerimden kaçmadı. Kaşları hırsla çatıldı.

“Benim torunumun gözü kör değildir.” dedi tehdit ediyormuşçasına.

“Estağfurullah! Ben de kör demedim. Sadece Abdurrahman’ın uzağı görmediğini söyledim. Tedavi edilmezse, görmeme derecesi artar.”dedim.

“Benim torunum görüyor. Gözlerinde de bir hastalık yoktur.”

Ben de sinirlenmeye başladım. Öğrenciler etrafımızı sarmış, meraklı gözlerle bizi izliyorlar. Abdurrahman’dan, tahtaya yazdığım yazıyı, oturduğu yerden okumasını istedim. Yine kafasını tahtaya doğru uzattı. Gözlerini kıstı. Kekeledi durdu. Tahtaya çağırıp, okumasını istedim. Tahtaya gelip okudu yazılanları.

“Bak gördün mü?”dedim. “Uzaktan okuyamadı. Tahtaya geldi öyle okudu.”deyince:

“Bana bak muallim! Benim çocuğumun gözleri görmektedir. Asıl kör olan sensin ki, gözlük takmışsan.”

“Olur mu?” demişti müdür Selâhattin abi. “Bu tür kusurlar sır gibi saklanır. Bunlar, şimdiyi düşünmüyorlar. O çocuk yarın evlenme çağına geldiğinde adı ‘Kör Abdurrahman’ olur, kimse de kızını vermek istemez.” Sen, çocukların içinde torunun görmüyor demekle, çocuğun kusurunu tüm köye yaymış oldun.”dedi.

Bu tür rahatsızlıkların, onur ve de gurur meselesi yapılmasına ilk defa şahit oluyordum.
Hava Durumu
Saat