• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Üyelik Girişi
ANI ÖYKÜLERİM

YANIK YAĞ

27 Eylül 2009

Birkaç gündür aklıma koymuştum. Gidip, Halo’nun (Halil) komunda gördüğüm bir teneke yanık yağı alıp, okula getirecektim. Sınıfların tabanı tahta. Çocuklar köyün tozunu toprağını olduğu gibi sınıfa taşıyorlar ve süpürürken tozuyor sınıf. Tozmaması için tahtaları ıslatmak gerekiyor. Bu da çamurlaşmaya ve tahtaların zaman içinde çürümesine neden oluyor. Yanık yağ hem tozu önlüyor, hem de tahtaların suyla irtibatını kesiyor.

Kendi kasabamızda Tüccar’ın Halit de kahvehanesinin tabanını sürekli yanık yağla yağlardı. Dehşet  titiz bir adamdı. Kahveye bir müşteri mi girdi, hemen ocaklıktaki yanık yağ bulunan tenekeye fırçayı batırır, müşterinin peşi sıra yağlardı tabanı. Bu istisnasız içeri giren her müşterinin arkasından yapılırdı. Aynı uygulamayı köye gelen kaymakama da yapmıştı da kınanmıştı çok. O yüzden midir nedir, pırıl pırıldı kahvehanesi. Tozun zerresi olmazdı.

Halo, düz konuşan bir adamdı. Sesinde ciddiyetin, kararlığın izleri her daim hissedilirdi. Benle konuşurken espri mi, alay mı olduğunu çok da seçemediğim bir ses tonu yakalardı ki, bunu yaparken bile ciddiyeti elden bırakmazdı. Ağalığın soylu yüz çizgilerini taşırdı hep. Bildiğim bir şey daha vardı ve bundan emindim. Karşılıklı konuşmalarımıza mizah hakimdi. Aslında bu mizahı hoşça vakit geçirmenin ötesinde birbirimizin sınırlarını test etmek için kullanırdık. Bir birimizin otoritesine meydan okumaydı yaptığımız. İkimiz de bilirdik bunu ama bu oyundan da vazgeçmezdik.

Halo, muhtarın da üzerinde bir nüfuza sahipti. Ona göre ben bu güce teslim olmalıydım. Ben de böyle bir teslimiyetin öğretmene ağır geleceğini düşünürdüm. İlk okulu bile bitirmemiş birinin feodal gücü karşısında daha sahici bir nüfuza sahip olduğumu düşünür, onun, benim yol göstericiliğime ram olmasını isterdim.

Sabah erken kalktım. Okulun karşısındaki köy meydanı, biraz önce doğmuş bahar güneşi altında yemyeşildi. Sessiz, sakin ve duru bir hava. Meydanın ortasında Halo’nun da aralarında bulunduğu bir grup köylü, aşağı köyden gelecek Nedim’in arabasını bekliyorlar şehre inmek için. Topluluğun yanından geçerken selam verdim.

“Hayırdır sabah sabah gurban?” dedi Halo.

“Senin komu soyacağım.”

“Halo sana kurban olmuş babo. Soymaya ne hacet. İste ki verem  da!”

“İstemekten hoşlanmam!”

“Eyi babam sen bilirsen. Soy ki görem, ne kadar hırhızsın. (hırsız)”

Doğru, köy meydanının bittiği yerde bulunan Halo’nun komuna girdim. Köşede, içinde yanık yağ bulunan tenekeyi aldım, çıktım. Köy meydanına tekrar girdim. Halo’ya doğru yaklaşırken yüzündeki ve bakışındaki keskinliği hemen sezdim. Şaka götürür tarafı yoktu işin.

“Onu geri götür Hoca!” dedi sert ve tehditkar. Yanında köylüler olmasa, bir ortak nokta bulma gayreti mümkün olabilirdi. Tenekeyi geri götürsem, köylüler karşısında Halo’nun nüfuzuna boyun eğmiş olacağım, karizmam çizilecek. Dinlemeyip yola devam etsem, Halo’nun, herkesin boyun eğdiği otoritesi zedelenecek ki Halo buna kesinlikle fırsat vermeyecek. Karşılık verirsem geri dönülmez bir noktaya gelecek iş.

“Ne senin dediğin olsun, ne benim.” dedim ve tenekeyi Halo’nun ayakları dibine koydum. “Okul babamın malı değil, sizin. Tahtalarını yağlayacaktım.” dedim ve ayrıldım. Kendimi yenilmiş hissettim, ağrıma gitti. Bir tehdit savurmalıydım durumu kurtarmak için.

“Ama bu işten sen zararlı çıkacaksın Halo.” dedim yarı şaka, yarı ciddi.  Cevap vermedi. Okul bahçesine  girip meydanlığa şöyle göz attığımda, köylülerden birinin elindeki tenekeyle Halo’nun avlusuna girdiğini gördüm. Aynı anda meydanın öbür ucunda görünen Nedim’in yarı otobüs büyüklüğündeki arabasına doğru yöneldi köylüler.

Anadolu’nun her köyünde bir veya birkaç Halo mutlaka vardı o zamanlar. Köye gelen öğretmenler, ya bu Halolar’ın otoritesine sığınır, silikleşir, ya böyle bir otoriteyi içine sindiremez, ağır gelir ve mesafeli bir duruş sergiler, ya da aydın sorumluluğunu yüceltip, Halolar’ın otoritesine savaş açarak kendi kişisel tarihlerini yazarlardı.

Halo’ya, ‘Bu işten sen zararlı çıkacaksın.’ derken elbette bir hesabım vardı. Köylüler ilginç insanlar. Köy bakkallarında, kahvehanelerinde ve cami şadırvanlarında yapılan sohbetlerde, köyün ve köylünün açık ya da gizli tarihi ilmik ilmik işlenirdi.

Okula ait onlarca dönümlük arazinin, yine onlarca yıldır, Halo tarafından ekilip biçildiği haberi bu sohbetlerde bilerek, yani kasıtlı, yani gizli hesaplarla akıtılmıştı kulağıma. Sıradan bir olaymış gibi anlatılırken asıl beklenen, karşıdaki muhatabın, yani benim kışkırtılmamdı.

Sadece Halo mu? Yirmi beş yıldır muhtarlık yapan Kemo da (Kemal) ekip biçermiş onlarca dönümlük okul arazisini. O kadar eski ki, yeni yetme gençler bilmez arazilerin okula ait olduğunu. Halo’nun ya da muhtarın bilirler bu tarlaları.

Devlet, okulların bakımını, ihtiyaçlarının giderilmesini muhtarlıklara, köy idaresine bırakmamış bilerek. Her ne kadar köy bütçesinin bir bölümünü okula tahsis etmişse de muhtarların bunu yapmadığı bilinirdi. Bu nedenle köy arazisinin bir bölümü okullara tahsis edilmiş ki, ekilip-biçilsin, kiraya verilsin okul giderleri için.

Köyün nüfuzlu aileleri ekmişler bu arazileri. Sık sık değişen öğretmenler takip edememişler bunu, arayıp sormamışlar. Çoğunun böyle bir araziden haberi dahi yok. Haberi olup bunu yüksek sesle dillendiren öğretmenler el altından tehdit edilip, korkutulmuşlar.

İl  merkezine indiğim bir gün doğru tapuya gittim, okulun arazilerini araştırmak için. “Yok.” dediler. Toprak İskan müdürlüğü müydü şimdi tam hatırlayamıyorum, oraya gönderdiler beni. Hikmet diye Maraşlı bir gençle karşılaştık. Kardeşimin asker arkadaşıydı. Durumu ona açıkladım. Kısa bir araştırmadan sonra, parça parça elli-atmış dönümlük okula ait arazilerin kayıtlarını buldu. Hepsi de köyün yakınlarında en değerli arazilerdi.

“Abi!” dedi Hikmet, “Bu işler tehlikelidir. Köyde kim vurduya gidersin, dikkatli ol. Bana kalırsa vazgeç.”

Korkmuştum. Ya da çekinmiştim. Askıya aldım. Yaz döneminde rotasyon tayinlerimiz yapılacaktı. İşte o zaman tam zamanıydı.

Bahara doğruydu. Yukarı Çığırgan köyünün arabasıyla köye gidiyoruz. Araba bizim köyün birkaç kilometre yukarısından geçiyordu ve biz köye en yakın noktada iniyorduk. İniş aşağı koşturarak, kah düzlüklerde görünerek, kah dere içlerinde yiterek köyümüze ulaşıyorduk.

Arabada Çığırgan ilköğretim okulunun müdürü Adnan Bey de vardı. Karslı’ydı. Ataktı.

“Bak Hoca!” dedi minibüs şoförü Maruf. “Seni severim. İstemem sana bir zarar gelsin. Ayağını denk al. Senin okulunun ihtiyaçları varsa, iste muhtardan, verir. Vermiyor mu? Bana söyle hallederim. Sana ne okulun tarlasından. Şimdiye kadar onca öğretmen-müdür geldi geçti o köyden ve okulundan. Onların aklı mı yoktu. Bak, ileri gidersen senin için iyi olmaz, yazık olur sana. Sen efendi efendi öğretmenliğini yap hocam!” dedi hem koruyormuş gibi yapıp, hem de tehdit ederek.

Tayinim Yozgat’a çıktı. İlişki kesmeden birkaç gün öce gidip Milli Eğitim’e dilekçe verdim. Durumu anlattım. Okulun arazisini yıllarca parasız ekenlerin bir teneke yanık yağı okula çok gördüklerini anlattım etkili olsun diye.

Dilekçeyi verdikten sonra kaç gün geçti bilmiyorum. Yüksel’in çarşıda deli gibi beni aradığını gördüm.

“Dostum!” dedi, “En kısa zamanda ilişkini kes ve git buralardan. Hem muhtarın, hem de Halo’nun çocukları seni arıyorlar. Köylülerin kahvehanesinin oralara da sakın gitme, görünme oralarda. Anladın mı iş çok ciddi.”

Beni Yozgat’a  götürecek otobüse binmeden önce Yüksel tekrar geldi helalleşmek için.

“Milli Eğitimden ve Tapudan bir sürü adam geldiler askerler eşliğinde. Ölçtüler biçtiler, kazıklar çaktılar oralara buralara. Halo’yu ve muhtarı azarladılar. Bir de yanık yağdan söz ettiler ama orasını anlayamadım. Halo’nun ve muhtarın çocukları salya-sümük sana küfrettiler, yeminler içtiler.

Haydi Allah işini rast getirsin. Gittiğin yerlerde inşallah bir Halo’yla daha takışmazsın.” dedi ben otobüse binerken.


Yorumlar - Yorum Yaz
Hava Durumu
Saat