• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Üyelik Girişi
ANI ÖYKÜLERİM

ANADİL NAMUSTUR

Salı, 26 Ocak 2010 20:55

Akşam karanlığı çöktü çökecek. Toprak damlı, kalın duvarlı köy odasının küçücük penceresinden içeriye sağılan loş aydınlık, geniş odanın derinliklerine hükmedemiyor.
Muhtar Torun’a ait köy odasının köşesindeki masada bulunan telefonda askerdeki oğluyla Kürtçe konuşan kadın, içeriye dolan akşam loşluğu içinde belirsiz.
Arada bir yalvarır gibi konuşuyor. Kesiklikler oluyor. Konuşmadan çok telefonda biriyle cebelleşiyor adeta. Ahizeyi bıraktığında ağlıyordu kadın. Bu ağlamada oğluna duyulan özlem değil de bir kin taşıyordu akşam loşluğunun çizgileri belirsizleştirdiği odaya. Muhtar benim şaşkınlığıma sebep açıkladı olayı. Telefonda Kürtçe konuşmak yasakmış. Santraldeki memurlar Kürtçe konuşanları uyarırmış. Kürtçe konuşmaya devam edenlerin görüşmesi kesilirmiş. Kadının yalvarır gibi konuşması santral memurunaymış meğer görüşmeyi kesmemesi için. Ama memur görevini yapıyormuş tabiî ki!
12 Eylül 1980 ihtilalını yapan generaller mi böyle buyurmuştu, yoksa daha önceden var mıydı böyle bir yasak merak edip de sormamıştım.
Ama kesin bildiğim bir şey vardı. Bir değil, birkaç şey vardı. Mesela “Kürt” sözcüğü yasaktı. Baş general Evren, televizyon ekranlarından tüm ülkeye böyle buyurmuştu çünkü. Aslında “Kürt” diye bir şey yokmuş meğer! Buralar kış memleketi olduğu için kar çok olurmuş. Karda yürürken de “kart” “kurt” diye ses çıkarmış, o yüzden yöre insanına “Kürt” denmişmiş. Koskaca baş general bilmez mi!
Baş generale inat “Ben Kürt’üm diyenler, Kürtçe konuşanlar, Kürtçe türkü söyleyenler, halay çekenler, anadilimiz Kürtçe diyenler de Diyarbakır cezaevine tıkılarak günlerini gördüler! Dışkı ziyafetine kadar her türlü ikramda bulunuldu kendilerine! (Hasan CEMAL- Kürtler)
Sonra bir kış günüydü. Kars’ın merkez köyünde öğretmenlik yaptığım okula bir genelge geldi. Öğrencilerin “Kürtçe” konuşması yasaklanacaktı. Hatta öğrenciler okul dışında da takip edilecek ve Kürtçe konuşmaları önlenecekti.
Kızmıştı baş general haklı olarak! Bölgede denetlemeye gittiği bir okulda öğrenciler baş generalin Türkçe sorusuna Türkçe cevap verememişti çünkü. Olacak iş miydi?!
Biz de yasakladık Kürtçe’yi okulda ve dahi okul dışında. “Muhbir” çocuklar, bir diğer ifadeyle “gizli başkanlar” görevlendirdik. Evde, sokakta, oyunda Kürtçe konuşanlar olursa öğretmene ihbar edileceklerdi. Böylece biz öğretmenler koruculuğun ilk uygulamasını başlatmıştık!
Yasak etkisini birden göstermişti. Çok başarılı olmuştuk! Artık çocuklar hiç Kürtçe konuşmuyorlardı. Ama Türkçe de konuşmuyorlardı. Bir tuhaflık vardı ortada. Teneffüslerde birden dışarı fırlayıp çılgınlar gibi koşan, bağıran, çığlık atan, gülen, neşelenen çocuklar dışarı çıkmıyor, koşmuyor, bağırmıyor, çığlık atmıyor, gülüp neşelenmiyor, oyun oynamıyorlardı.
Sonradan anladık ki bu çocukların oyun dili de Kürtçe. Oyunda “kaç” diyecek, “tut” diyecek, “saklan” “yakala” “pas ver” “şut çek” diyecek ama Türkçe’sini bilmediği için Kürtçe diyecek. Hele bir Kürtçe söylesin bakalım! Dünya kaç bucak görsünler!
Okulun lojmanında oturuyoruz. Lise mezunu köylü iki genç de var. Bir ara gençler kendi aralarında Kürtçe konuşmaya başlıyorlar. Sıkılıyorum;
“Yahu bırakın şu “kart” “kurt”u! Türkçe konuşun. Bize sövüyor musunuz, küfür mü ediyorsunuz belli değil.”
“Bana bak hoca!” dedi gençlerden biri hiddetle. “Biz analarımızın öğrettiği dili konuşuyoruz. Yani anadilimizi. Anadilimizi konuşmak ahlaki bir şeydir. Anadil her toplumun namusudur. Namusun korunması için yapılması gereken neyse, biz bunu yapmaktan çekinmeyiz. Biz nasıl sizin anadilinize karışmıyorsak, siz de bizimkine karışmayın. Sizin anadiliniz sizin için ne anlam ifade ediyorsa, bizim için de aynı anlam ifade ediyor. Türkçe konusunda çocuklarımıza yapmış olduğunuz baskıyı hazmedemiyorken, bize de bu baskıyı yapamazsınız. Sizin genelkurmay başkanınız da gelse, vız gelir, tırıs gider anladın mı? Ne yapalım yani, kendi dilimizi konuşmak, türkülerimizi, ağıtlarımızı özgürce söyleyebilmek için dağlara mı çıkalım ha?!”
“Hocam!” demişti diğer genç, arkadaşının hiddetinden utanmış bir dille. “Elbette siz görevinizi yapıyorsunuz. Burada Tanrı misafirimizsiniz. Başımız gözümüz üstünde yeriniz var. Kürt olmak bizim tercihimiz değil ki. Allah da demiyor mu ben sizi farklı farklı yarattım diye. Allah bizi böyle yaratmışsa ne yapalım? Haşa ortada bir yanlışlık varsa Allah’a ait. Eğer Türk Devlet’i haşa Allah’tan daha akıllıysa diyecek sözümüz yok.”
Bu kadar da sert söylenmez ki gerçek kardeşim. Şart mıydı beni bu kadar ezmek, küçültmek?  Bu gençler daha biraz önce alta çeçil peynir ve tereyağı, üstüne de lavaş ekmek koydukları bir tabak, bir kova da yoğurtla gelmişlerdi. Bir “Kürt” gibi değil, bir “insan gibi gelmişlerdi yanımıza. Bizi de bir Türk gibi değil, bir insan olarak, Tanrı misafiri bir “garip” olarak görmüşlerdi. “Allah rızası” içindi getirdikleri.
Anladım ki, Allah rızasını ortadan kaldırıp, Türklüğü dayattık mı parçalarmışız bu ülkeyi.


Yorumlar - Yorum Yaz
Hava Durumu
Saat